BENİM ADIM ORMAN
Ormanın doğası gereği, içinde olduğumuzda tüm ormanı göremeyiz. Bir ağacın yanından geçeriz, diğerine iyice yaklaşırız. Tam “o” ağaca dair benzersiz bir bakış açısı çıkar karşımıza. Ağaç çok gerçek ve canlıdır.
Ama işte içindeyken ormanı tam anlamıyla göremeyiz…
Ormana yukarıdan kuşbakışı baktığımızda ise (mesela balkondan) onun tamamını yemyeşil renkli bir deniz gibi görürüz. Ama bu perspektif de tam olmaz, ormandaki herhangi bir noktanın ayrıntıları çok uzaklardan algılanamaz, canlılık hissi kaybolmuştur sanki.
İki bakış açısını aynı anda elde edemeyiz. Biri diğerinden daha iyi değildir. Ve ikisi de birbirinden bağımsız olamaz.
Sanırım ormanı güzel yapan özü de işte bu gizemde saklı. Bu gizemi sayesinde bizi sakinleştiriyor. Çünkü bizim gerçeğimiz bu gizemin ta kendisi!
Biricik kendimiz olmanın tadını çıkarırken, neyin parçası olduğumuzu anlamak çok güç. Bir evrenin, o kossskoca evrenin parçasıyız. Ormanı orman yapan ağaçlardan biriyiz.
Kendiliğimizi yaşarken bütünün bir parçası olmak.
Ne güzel geliyor kulağa.
İkisini bir arada kucaklayabilmek düzenli ve tutarlı bir yoga pratiği gerektiriyor. Yoga sayesinde yavaş yavaş bakış açıları arasında geçiş yapmayı öğreniyoruz: kendimize özgüyüz, bir o kadar da evrenseliz.
İkisini de kavrayabilmek perspektiflerin bir tanesinin sunabileceğinden çok daha büyük bir anlayış derinliği ve zenginlik sağlıyor.
Artık biliyoruz ki en basit hissimiz, en sıradan günlük deneyimimiz bile bizi sınırsız derinliğe götürebilir.
TAM bu sebeple, birliğin kucağına düşmek için yoga yapıyoruz.
Yazıyı Şebnem Ferah’ın “Benim Adım Orman” şarkısından bir parça ile sonlandırmak istedim. Sanki kucağında olduğumuz evren bize yazmış şu satırları:
“İçimden geçeceksen eğer
Burdayım yürü üzerime
Ateş şiir hepsi benim hazırım ben
Gel
İstersen dinlen içimde
Köklerimden bir şarkı var dilimde
Çıplak ayaklarla gez her köşemde
Gel”